DOLAR

34,5467$% 0.18

EURO

36,0147% -0.62

STERLİN

43,3470£% -0.52

GRAM ALTIN

%

TAM ALTIN

%

BİST100

9.549,89%1,94

BİTCOİN

3402449฿%-0.75508

Öğle Vakti a 12:35
Konya PARÇALI BULUTLU 11°
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyonkarahisar
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkâri
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • istanbul
  • izmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kahramanmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce
a
Durmuş Sarpkaya

Durmuş Sarpkaya

06 Ağustos 2024 Salı

KONYA KAPALI HAVZASI: NASIL BİR ÇEVRE FELAKETİNİN İÇİNDEYİZ?

KONYA KAPALI HAVZASI: NASIL BİR ÇEVRE FELAKETİNİN İÇİNDEYİZ?
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Sorunlara bütünsel bir yaklaşımla, temel neden ve alt nedenler göz önüne alınıp bakılmadığı zaman, bütün enerjinizi ortaya çıkan belirtilere harcarsınız. Oysaki bir sorunu kökten çözmek için öncelikle temel nedeni ve alt nedenleri kavramak gerekir. Böyle bir yaklaşım içine girilmediği sürece fasit bir daire içinde dolanıp durursunuz. Çözüm diye ortaya konulan tedbirler de bir süre sonra yan etkiler olarak kendini göstermeye başlayacaktır. 

Bugün Ereğli’de kendini göstermeye başlayan susuzluk; temel nedeniyle küresel sorun olmanın yanında, alt nedeniyle de Konya Kapalı Havza’sının yarattığı bir sorundur. Ereğli’nin susuzluk sorununu alt nedenleriyle Konya Kapalı Havzası’nın tetiklediği bir sorun olarak düşünülmediği takdirde, sorununu çözemeyeceğimiz gibi, bölgeyi de 10 yıl içinde tümüyle kaybetme riskiyle karşı karşıya kalacağız. 

İşte 2010 yılı, Türkiye’nin Yarınları Projesi Raporunda yayınlananlar: ‘‘Küresel iklim değişikliğine bağlı olarak 2030’lu yılların sonlarından itibaren havzada sıcaklıkların 4 ila 6 °C artması ve yağışların %20-30 oranında azalması öngörülmektedir. Bunun bir sonucu olarak ise Konya Havzası’nda önümüzdeki 40 yılda yüzey suyunda % 40, yer altı suyunda %54 azalma olabileceği ve havzadaki toplam kullanılabilir su miktarında %47 mertebesinde azalma olabileceği öngörülmektedir.’’ Böyle bir durumun yaratacağı tahribatın boyutları üzerinde ileriye yönelik yapılacak bir beyin fırtınası, nasıl bir felaketle karşı karşıya olduğumuzu gösterir. Bu rapor mealen Konya Kapalı Havzasını tümüyle kaybetme riski ile karşı karşıyayız demekte.

Konunun daha iyi anlaşılması için harita üzerinde durumu kavramakta fayda vardır. Aşağıdaki haritada havzadaki su kaynakları ve kaynakların beslediği sulak alanlar gösterilmektedir. Bugün bölgeyi esas çıkmaz içine sokan nedenlere bakıldığında, sorunun cevabının bu haritada gizli olduğu gözükmektedir. Bölgedeki sulak alanları besleyen kaynakların sınırlı oluşuyla beraber artan nüfus, artan tarım-hayvancılık ve artan sanayileşmede suyun yoğun şekilde kullanılması havzanın kaçınılmaz sonunu hazırlamaktadır.

Bugün Konya Kapalı Havzası’nın böylesi bir çevresel felaketle karşı karşıya olunmasının en önemli sebebi bölgedeki sulak alanların tamimiyle yok olması ve yer altı suyunun 400 metreye kadar düşmesidir. Şimdiden başlatılacak çalışmalarla bölgeyi 10 yıl içinde rehabilite etme şansına sahibiz. Aksi takdirde önlemler alınmadığında, 2030’dan sonra havza tamamen yaşanılır olmaktan çıkacaktır.

Havzanın için bütünü genelinde, bütün sulak alanların tümünün yeniden canlandırılması gerekmektedir.  Bunun için aşırı su isteyen bütün tarım ürünlerinin ekimine yasaklanma getirilmeli ve kuru tarıma yönlenmelidir. Hayvancılıkta sınırlandırmaya gidilmeli, bahçecilikte damlama sulamaya geçilmelidir. Tarımsal amaçlı su kuyularının yasaklanması gerekmektedir. Su kaybına neden olan içme suyu alt yapılarının yenilenmesine gidilmelidir. Bölgenin su kaynakları üzerine kurulan ve sulak alanları besleyen barajlardan yaz kış sulak alanlara su verilmelidir. Konya Kapalı Havzası’ndaki sulak alanlar kurtarılmadığı sürece bölgeyi kurtarmak mümkün değildir.  Peki sulak alanların yeniden canlandırılması neden bu kadar önemlidir? Bunun için hemen alttaki haritayı incelemekte fayda vardır.

Soldaki harita, havzanın 1960’lardaki haritasıdır. Sağdaki harita ise günümüz haritasıdır. İki harita arasındaki farkın bizde yaratabilmesi gereken en önemli çıkarım: Su döngüsünün varlığı ve yokluğu konusudur. Sağdaki haritada su döngüsünden bahsedilebilir ancak soldaki haritada bu durum söz konusu değildir.

Şimdi dilerseniz su döngüsüne değinelim biraz. Havzaya barajlar yapılmayana kadar mevcut birinci harita söz konusu idi. Birinci haritanın mümkün kıldığı şey, buharlaşma ve ilkbahardaki kırkı ikindi yağışlarıydı. İlkbaharda artmaya başlayan yağışlarla Toroslara tırmanan nemli hava kütlesi, öğleden sonra yağmura döner ve Nisan başlarından, Haziran ortalarına kadar kırkikindi yağmurlarına sebep olurdu. Böylece yağmurlar hem tarım alanlarını, hem de yer altı ve yer üstü su kaynaklarını beslerdi.

Ne zamanki bölgeye barajlar kuruldu, işte o zaman bölgedeki bu su döngüsündeki zincir kırılmaya başlandı. Sulak alanlar yok olduğunda, buharlaşma ve kırkikindi yağışları yok olmaya başladı. Buharlaşma ve kırkikindi yağışlarının ortadan kaybolması, önce sulak alanları yok etti. Sulak alanların yok olmasıyla yer altı sularının seviyesi giderek düştü ve sulak alanlar kayboldu. Sulak alanların kaybolmasıyla bölgeyi sürekli besleyen kırkikindi yağmurları da kesildi. Yağmurlar kesilince bölgedeki canlı çeşitliliği kayboldu. Artan su talebi yer altı suyuna talebi doğurunca, bu durum arazi sahiplerini yer altı suyu için kuyular açmaya yöneltti. Böylece bu gün korkulan obruklaşma sorunu karşımıza çıktı. İşte böylece bölge, bu gün ki varlıkla yokluk arasındaki ince çizgiye kadar geldi.  

Bütün bu olan biten karşısındaki duyarsızlıklara ve önlem diye alınan sözde önlemlere bakıldığında, genelde tüm Türkiye için, özelde bölge için beklenen sona ne kadar yakın olduğumuzu görmemek için kör olmak gerekmektedir. Alınan tedbirler bütünsel bakış açısından uzak olduğu gibi, trajik komik olmakla birlikte tehlikeyi giderek daha da büyütmektedir.

Göksu Nehri’nin sularının Mavi Tünel’le Konya’ya çevrilmesi uzun vadede felaketi, diğer havzalara sıçratmaktan başka bir işe yaramamaktadır. Burada en mantıklı ve sağlıklı yol, komşu havzadan su hırsızlığı yapmak değil, havzaları kendi olanaklarıyla ayağa kaldırmaktır. Güneydeki Beyşehir, Karaman, Ereğli, Karapınar, Niğde ve Aksaray’ı içine alacak şekilde, Konya Kapalı Havzası tümüyle kendi olanaklarıyla ayağa kaldırma yoluna bakmak zorundayız.  Yoksa bu gidişat tüm Orta Anadolu’yu devre dışı bırakacaktır.  

Bu yazıyı okuyanlar beni felaket tellallığı yapmakla suçlayabilirler. Suçlasınlar, mühim değil. Asıl felaketin büyüğü biraz daha geride duruyor: Tuz Gölü’nün kuruması… Eğer Tuz Gölü’ndeki kurumanın önüne geçilmediği takdirde, Orta Anadolu’da tarım yapmak dahi mümkün olmayacaktır. Göl tamamen kuruduğunda etrafa rüzgârla savrulan tuz, bütün tarım ürünlerini kurutur. Asıl felaket bu!   

Devamını Oku

KİRLİ BİLGİ, SOSYAL MEDYA VE NEO LİBERAL DİKTATÖRLÜKLER İNŞASI

KİRLİ BİLGİ, SOSYAL MEDYA VE NEO LİBERAL DİKTATÖRLÜKLER İNŞASI
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Çağımız bilgi çağıdır. Evet, ama kirli bilgi çağıdır. Uygarlığın kendi içinde, barbarlık barındırdığı gibi, bilgi çağı da kendi içinde bir ‘‘aptallık’’ barındırmaktadır. ‘‘Çok mal haramsız, çok laf yalansız olmaz’’ da, olduğu gibi çok bilginin de çok kirli olduğu gerçeği, yabana atılır cinsten değildir. Onun içindir ki içinde olduğumuz çağ, üretilen bilgiye yetişemeyen, varlık içinde yokluk çeken, fukara aptallar ve aynı zamanda kirli bilgiyle yoğuruldukları için ve üretilen bilgiden etik değerler türetemedikleri için de ‘‘etik değerlerden yoksun ahlaksızlar’’ çağıdır da.

Herkesin mükemmeli oynadığı ama kimsenin mükemmel olamadığı içleri boş, iradesizler çağından da geçiyoruz! Dünyanın, güçlü eğitim politikalarıyla ve güçlü sosyal politikalarla bunlardan korunması gerekir. Pek azların üzerinde kafa yorduğu, bu kirli bilgi çağı, kendisiyle beraber tüm dünyada ‘‘etik sorunlu veya etik değerlerden yoksun’’ bir kitle yaratmıştır. Bu yönüyle çağımız; ‘‘cehaletleriyle kabarıp kararan kara vebalılar’’ çağıdır.

Bu kirli bilgi sorunu tüm ülkelerin sorunu olduğu gibi tüm dünya vatandaşlarının da sorunudur. Medya yoluyla çıkar kliklerinin, kirli laboratuvarlarda üretilen ve kamuoyu oluşturmaya dönük kullanılan kirli bilgi, insanlık ve uygarlık için tehlikedir. Bu işin bir tarafıdır sadece. Örneğin; bu gün dünyadaki tüm üniversitelerin laboratuvarlarında, geceli gündüzlü yeni bilgilerin üretilmesi demek, aynı zamanda eski bilgilerin de yanlışlanması demektir. Burada görüldüğü üzere bilginin kendi içinde çokça problemi vardır ve bu problem, bir bilgi felsefesi (epistemoloji) sorunudur. Bunun yanında değerlerden türetilen bilgilerin göreceliliği ve bu görecelilik üzerinde yükselen ve yaratılan dünyaların, inşa edilen kurumların birer yanılsamadan ibaret olması, bilgi kaynaklarımıza olan bakışımızda eleştirel davranma zorunluluğunu doğurmaktadır.

AKSİYOLOJİ VE EPİSTEMOLOJİ İLİŞKİSİ

Görece değerlere ve kirli bilgi bilgiden kaynaklanan yanlış değerlendirmeler de Değer Felsefesinin (Aksiyoloji) temel problemidir. Burada ortaya çıkan ilişki, Epistemoloji ve Aksiyoloji ilişkisidir. Bilgi; nesnesine uygun olmadığı zaman, değerlendirme de yanlış olmaktadır. Örneğin kerameti kendinden menkul şahıslar: ‘‘Dünya düzdür.’’ önermesini ortaya attıkları zaman buradaki bilgi, nesnesine uymuyor demektir. Bu tür bilgiye dayanarak yapılan değerlendirmeler ve bilgi eksikliklerinden kaynaklanan bilgilerin tümü, önce problem ve sonrasında da çatışma yaratır. Bu çatışmalardan çıkmak için, daha doğrusu değerlendirme hatasının giderilip çatışmanın ortadan kaldırılması için, yapılacak tek şey: ‘‘Bilgiyi seçmek ve temiz bilginin tarafını seçmektir.’’

‘‘Bilgiyi seçmek ve temiz bilginin tarafını seçmek’’ için önce bilgi aktlarımızı (araç) gözden geçirmemiz gerekir. Bilgi aktlarımız içinde bize tartışmasız güvenilir bilgi veren; felsefe, bilim ve sanat aktlarıdır. Bunlar dışındaki diğer aktlardan gelen bilgilerin çoğunluğu, değerlendirme problemiyle beraber çatışma yaratmaktadır. Tüm dünya ülkeleri, eğitim sistemlerini felsefe, bilim ve sanat aktlarından gelen bilgiler üzerine kurmadığı sürece, bu türden değerlendirme problemleri ve değerler çatışması devam edecektir. En önemlisi de ‘‘etik ilişkiler’’ geliştirilmeyecektir.

CEHALET VE ÇATIŞMA KÖRÜĞÜ: SOSYAL MEDYA

Enformasyon çağıyla, kullanılmaya başlanan sosyal medya ve sosyal medyada dolaşan ve hayli problemler içeren, kirlilik barındıran, asimetrik yayılma hızıyla ‘‘bindirilmiş sanal kıtalar’’ ve linç grupları oluşturan bu kirli ve temelsiz enformasyon apayrı bir sorundur. Sosyal medyada dolaşıma sokulan bu temelsiz bilginin irdelenmeden ‘‘hak kelamı’’ gibi kabulü ise, çok başka büyük bir tehlikedir. Hızla dolaşan art niyetli, kirli ve çok bilgi; sosyal medya kullanıcılarını aslında kırk katır veya kırk satır ikileminde bırakmaktadır.

Sosyal medya kullanıcıları, bu bilgi çokluğu karşısında; neyin doğru olduğuna karar veremediklerinde ise hızla kendi mahallelerine çekilip, kendi bildiklerine sarılmaktadırlar. Mahallelerine çekilmek yetmezmiş gibi bir de mahallelerinde, kendi kabuklarına çekilen sosyal medya kullanıcıları, kendilerine ve dünyalarına aykırı gelebilecek paylaşımlara karşı, dozu gittikçe sertleşen refleksler göstererek, farkında olmadan kabuklarını da kalınlaştırmaktadırlar. Böylece toplumlardaki yarılmalar ve ayrışmalar asimetrik şekilde derinleşmektedir.

SİLİNEN İNSAN YÜZÜYLE CESARETLENENLER

Sosyal medya kullanıcıları, cevap mahiyetinde birbirlerine bir şey yazarlarken çokça da cesaretli ve hakaretlerde pervasız davranmaktadırlar. Bunun temelinde, karşılarında kanlı canlı insan yüzünün olmaması yatmaktadır. Teknolojik gelişmelerle silinen insan yüzü, sosyal kontrol duygusunu kaldırırken, insanın yaşamını da değersizleştirmektedir. İnsanların ölürken birer rakama dönüşmelerinin altında bu gerçeğin payı azımsanamaz. Uygarlığın içindeki barbarlık işte burada uyanmaktadır. ‘‘Uygarlığı tehlike bekliyor!’’ da ki kasıt da budur.

Kapitalist cenah kirli bilgi ve kirli bilgiyi yayma araçlarıyla ”çok bilgi” sunarken, insanlığa birçok felakette hazırlamaktadır. Birincisi, bir bilgi hazmedilip üzerinde düşünülüp tartışılmadan ardından milyonlarcasının akması, bireylerin beynini devasa bilgi çöplüğüne çevirmektedir. İkincisi yukarıda anlatılanda olduğu gibi sınırsız bilgiyle, sınırsız seçenek sunulmaktadır. Bu bilgi ve seçenek çokluğuyla, ‘‘özgürlüklere sahipsiniz’’ duygusu verilmektir.

Ancak bu büyük bir yanılsamadır. Çünkü: ‘‘Sistem, gitar bulmamıza yardımcı olmuyor, sadece gitar çalmamıza izin veriyor.’’ Seçenek çokluğuyla kafası karışanlar ve kirli bilgi pazarında eli boş dönenler mahallelerindeki kabuklarına çekilirken, öfkeyle çekilmektedirler. Bu pazarda eli dolu dönenler ise çok mühim şeyler bulmuşçasına, bulduklarıyla kendilerine değerlerden değer katıldığı hissine kapılmaktadırlar. Sosyal medya kullanıcıları bu elde ettikleri üstünlük ve değerlilik duygusuyla nasıl bir tuzağa düştüklerini fark etmeksizin mükemmellik duygusuna kapılırlar.

SONUÇ

Bu tuzak bireyselleşme ve yalnızlaşma tuzağıdır. Bu yalnızlaşma tuzağı toplumu birey bazında atomize etmektedir. Yalnızlaşan ve atomize olan bireyin yaşama tutunma nedeni ise; kaç ‘‘beğeni’’ aldığıdır. Kirli bilgi bombardımanı altında algıları değişenlere iki duygu hâkim olur: Sevinç ve öfke. Böylece sevdikleriyle, öfkelendikleri arasında mesafe gittikçe açılır. Saflar sevdiklerinden yani ‘‘beğenenlerden’’ yana daha sıkı tahkim edilmeye başlanır. Bu açılma tüm dünyada gitgide daha belirgin hale gelen, Neo-liberal diktatörlüklerin inşasından başka bir şeye de yaramamaktadır.

Çeşitli bilim çevrelerince üretilen, yeni bilgilerle yanlışlanan ve çıkar kliklerinin kirli laboratuvarlarında üretilen kirli bilgiler, sosyal medyanın semt pazarlarında çığırtkanlarla vülgarize (basitleştirme-avamlaştırma) edilerek seçme ve özgürlük illüzyonuyla alıcılarına sunulduğu anlamsız bir çağdayız. Durumu çok abartıyorsunuz diyenlere sadece bir şey söylemek yerinde olur: Her çağ zamanının ruhuyla ve o ruhu var eden bilgi ile inşa edilir.

İnşasına karar verilen ve eşiğinden içeri salgınla adım attığımız ”Yeni Dünya’ya” tez elden ulaşmak için hangi kanallardan ne maksatlarla, nasıl bilgilerin kamuya sunulduğunu ve çıkar kliklerinin neleri manipüle ettiklerini bu günlerde görmek gerek. Her şeyden habersiz kitlelerin de servis edilen ve kirli amaçlar barındıran bu kirli bilgiye nasıl ”hak kelamı” gibi sarıldıklarını da görmek gerek.

Bunu görmek istiyorsanız eğer, önce sürümün doğruluğuna şüphe ile yaklaşmalısınız. Sonra da çemberin dışına çıkıp olan biteni tüm umumiyetiyle görmeniz gerek. Bu umumi manzarayı yakalamak; geleceğimizi kurtarmak için olanları tüm netliği ile görmemiz şarttır. Bir şeyleri değiştirebileceğimize dair inancın oluşması için gereken ilk adımdır.

Devamını Oku

TEHLİKENİN FARKINDA MISINIZ?

TEHLİKENİN FARKINDA MISINIZ?
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Geçici tedbirleri, sorunlara nihai çözüm saymak sadece kaçınılmaz sonla karşılaşmayı belki biraz erteler. Ereğli, Ayrancı, Karapınar üçgeninde meydana gelen jeolojik olaylar için düşünülen ve yarım yamalak uygulamaya konulan tedbirler, geçici tedbirden öte bir şey değildir. Ereğli-Ayrancı-Karapınar bölgesinde son yılarda artan kuraklıkla beraber; yanlış ekim, yanlış sulama ve çoğu kaçak kuyulardan çekilen yer altı suyunun miktarındaki artış, yer altı suyu seviyesini düşürmüş, meydana gelen bu düşüşle, her geçen gün obrukların sayısı giderek artmıştır. Bu durum bölgenin yerel sorunu olmaktan çıkmış bir güvenlik sorunu halini almıştır.

Bölgede yıllık ortalama yağış miktarı 300-350mm ile Türkiye ortalamasının yarısına denk gelmektedir. ‘‘Bununla beraber, uzun yıllar yağış normallerine kıyasla Havza’ya düşen yağışlarda, son 30 yıllık dönem içerisinde yıllık 10-25 mm arasında bir azalma olduğu gözlemlenmiştir.’’ Küresel iklim değişikliği ile beraber artan sıcaklık, buharlaşmayı daha da arttırmış ve sulamaya daha çok ihtiyaç duyulur hale gelmiştir. Artan sulama ihtiyacı yer altından kuyular vasıtasıyla daha çok su çekilmesine sebep olmaktadır. İçine girilen bu girdap kaçınılmaz sonun geliş tarihini daha erkene almaktadır.

Yanlış tarımsal faaliyetlerle bölgenin yağış rejiminin düzensizleşmesinin yarattığı sorunlar işi, jeolojik yapının çökmesine kadar getirmiştir. Meydana gelen jeolojik olaylar da gerisin geriye insan yaşamına büyük sorun olarak dönmüş durumdadır. Yukarıda sayılanlar bu gün birbirine zincirleme eklemlenmiş durumdadır. Zincirin halkalarının birbirine eklemlenmesi, jeolojik olayların gelişimi açısından bölge artık dönüşü olmayan bir noktaya sürüklenmiş durumdadır. Bu üçgende acilen, köklü ve katı tedbirler alınmazsa doğa, ödetmesi gerekeni en pahalı şekilde ödetecektir.

            Ereğli coğrafi açıdan mikro klima özelliğine sahip bir bölgedir. Daha doğrusu, insani tahribat doksanların başına kadar kendini göstermeden böyleydi. Bu mikro klima özellik, bölge için bir denge durumuydu. Denge durumunu ve mikro klima özelliğini kazandıran ise Akgöl ve Hotamış sazlıklarıydı. Akgöl, 240 bin dekarlık geniş bir alana yayıldığı için Nisan’dan Haziran ortalarına kadar özellikle Ereğli bölgesinde kendini gösteren kırkikindi yağmurlarının ana nedeniydi. Kırkikindi yağmurlarıyla suya doyan Ereğli Ovasında sadece yaz ortalarında sulamaya gerek duyulurdu.  

            Ereğli’nin mikro klima özelliğini bozan temel faktör İvriz ve Ayrancı barajlarıdır. İvriz ve Ayrancı barajları bu gün kendini hızla gösteren obruk artışının ve mikro klima özelliğinin kaybolmasının ana nedenidir. Ereğli söz konusu olduğunda İvriz ve Ayrancı Barajları yapılmadan önce neredeyse yılın tamamına yakınında, her iki çayın suları Hotamış ve Akgöl sazlıklarını, dolayısıyla bölgenin yer altı sularını besliyordu.

Doğal su döngüsüne yapılan müdahaleler sonrasında: “Geçtiğimiz 50 yıl içerisinde doğal su kaynaklarını besleyen akarsular ve yeraltı suları, doğrudan tarıma ya da tarımsal sulama ve benzeri insan kullanımlarına hizmet eden baraj, gölet, depolama gibi yapay sulak alanlara yönlendirilmiştir.” Bu yönlendirmeyle beraber, “sulak alanlar ya tamamen kurumuş ya da giderek küçülmüştür.”

Böylece Ereğli Sazlıkları-Akgöl, Acıgöl, Meke Maarı, Hotamış Sazlıkları yok olmuştur. Sazlıkların yok olmasıyla beraber obrukların sayısında hızlı artışa neden olmuştur. Bunun karşısında alınan tedbirlere bakıldığında işin ne kadar bilimsellikten uzak olduğunu görmekteyiz.  Ereğli yerel basınından çıkan haberler hızla yaklaşan kaçınılmaz son karşısında alınan tedbirlerin ne kadar trajik komik olduğunu da göstermektedir.  

Mesela Sazlıkları Koruma Derneği’nden gelen açıklamaya bakalım:  “Ne yazık ki gölde şu anda hiç su yok. İvriz ve Ayrancı barajlarından Akgöl’e can suyu verilmesini istiyoruz. Akgöl’e can suyu geldiğinde yine binlerce kuş ile dolup taşacağını, yeraltı su kaynaklarının buradan besleneceğini, ekolojik dengenin düzeleceğini düşünüyorum.”  

DSİ’nin Akgöl’le ilgili çalışmalarına ilişkin basında yer alan açıklama da şöyle: “2017 ve 2018 yıllarında yaşanan kuraklığın da etkisiyle Akgöl’de yeniden su sıkıntısı yaşanmaya başlamıştır. İvriz Barajı ile Akgöl arasındaki iletim, Yeleği Deresi ve İvriz Sulaması Ana Tahliye Kanalı vasıtasıyla sağlanmaktadır. Toplam 39 kilometre olan bu mesafede vatandaşlar tarafından sulama amaçlı müdahale yapıldığından suyun Akgöl’e ulaşması zorlaşmaktadır. Eylül ayında sulama sezonunun sona ermesiyle DSİ 4. Bölge Müdürlüğünce İvriz Barajından 200 lt/sn su, dip savaktan Yeleği Deresine bırakılmakta ve Akgöl’ün yeniden kurumasının önüne geçilmeye çalışılmaktadır.”

Akgöl’ün kurtarılmasıyla ilgili Ereğli İlçe Belediyesinin geçmişte yürüttüğü çalışmalara bakıldığında durumun ciddiyetten ve bilimsellikten uzak olduğu meydana çıkacaktır. Geçmişte Ereğli Belediyesinin yaptığı bu çalışma, deveye fincanla su vermektir.

            Geçmiş belediye yönetiminin yaptığı çalışma şu: “İlçe merkez ve mahallelerde yürüttüğü kar temizleme çalışmalarında toplanan kar yığınlarını Ereğli Arıtma Tesisine bırakarak kurumaya yüz tutan Akgöl sulak alanının canlanmasına katkı sağlıyor. Türkiye’nin en büyük sulak alanlarından biri olan ve özellikle İvriz Barajı’nın yapılması ile birlikte kurumaya yüz tutan kuş cenneti Akgöl’ü kurtarmaya yönelik çalışmalara Ereğli Belediyesi de duyarsız kalmıyor. Akgöl’ü kurtarma çalışmaları kapsamında KOSKİ Ereğli Şube Müdürlüğü ile ortak çalışma yürüten Ereğli Belediyesi, şehir merkezinde temizlediği kar yığınlarını Akgöl’ü besleyen en önemli kaynaklardan biri olan Arıtma Tesisine bırakarak Akgöl’e can suyu olmaya çalışıyor.”

Şimdi bu çalışmalar neden bilimden uzak çalışmalar? Biraz ona bakalım. 2014 yılında hazırlanan Konya’da Suyun Bugünü Raporu’nda: “Öte yandan, geniş bir kapalı havza olması nedeniyle ülkemizin yeraltı su potansiyelinin yaklaşık %17’sine sahiptir. Havza’daki toplam yıllık kullanılabilir su kaynağı 4,365 milyar m3, yıllık su tüketimi ise 6,5 milyar m3 seviyesindedir. Suyun yaklaşık %90’ı tarımsal sulama için kullanılmaktadır. Havza’nın su bütçesinde yıllık 2 milyar m3’ü açık olduğu görülmektedir.”

            Ereğli-Karapınar-Ayrancı Konya Kapalı Havzası içinde yer aldığında, Türkiye’nin yer altı su potansiyelinin yüzde % 17’sine sahip Konya Kapalı Havzası içinde Ereğli-Karapınar-Ayrancı üçgeninin bu yüzde on yedilik kısımda önemli ve azımsanmayacak paya sahiptir. Dolayısıyla sayısı 140 bini geçen ve 100 binin ruhsatsız olan kuyulardan suların çekilmesiyle, yer altı su seviyesi her geçen gün düşmektedir. Ayrancı ve İvriz barajlarıyla yılın her mevsiminde suyun Akgöl’e düzenli akışının engellenmesi devasa bir yer altı su açığı oluşturmaktadır.

            Bu devasa açık ne karların taşınmasıyla, ne de Akgöl’e düzenli can suyunun verilmesiyle kapanacak bir şeydir. Bu noktada devletin işe müdahalesi kaçınılmazdır. Bölgenin tümüyle jeo-radardan geçirilmesi mümkün mü bilmiyorum. Bu yetkililerin bileceği iş ama en azından yapılacak kısmi bir taramayla neyle karşı karşıya olduğumuzu da en azından öğrenmiş oluruz. Buradan elde edilecek verilerle uzun vadeli planlamanın yapılması gerekmektedir.

            Kaçak kuyuların tamamen kapatılması ve bölgeye daha az su isteyen bitkilerin ekimine öncülük edilmesi, yonca ve mısır gibi su isteyen bitkilerin ekimine sınırlama getirilmesi artık bir zorunluluk halini almıştır. Ayrancı ve İvriz barajlarından suyun düzenli şekilde; yılın on iki ayında verilmesiyle, Akgöl ve Hotamış sazlıklarının tekrardan rehabilite edilip canlandırılması ve Ereğli’nin mikro klima özelliğinin tekrardan kazandırılması elzemdir.

Ereğli, Nisandan Haziran başına kadar yağan kırkikindi yağmurlarına kavuştuğu anda bölge insanı işte o zaman geleceğe güvenle bakabilir. Aksi takdirde bölge için facia ve yok oluşa aralanan kapı ardına kadar açılmış olacaktır. Öncelikle sözü edilen bu bölgede yaşayan tüm dostlara, sonrasında memleketin iktidarına şu soruyu sormak istiyorum: Gerçekten neyle karşı karşıya olduğumuzu biliyor muyuz? Benim şahsen uykularım kaçıyor.

            Okuyucuya Not: Ereğli’nin mikro klima özelliği nereden gelmektedir? Diye merak edenler için şu bilgiyi aktarsak şaşırtıcı olur mu? Ereğli’de, yani İç Anadolu bozkırının kenarında fındık yetişebiliyor dersek, bölgeyi bilmeyenler için yeterli bir bilgi olur sanırım.  Bu bölgede hızla artan obruklar sadece bölgesel değil, ulusal bir meseledir. Lütfen herkes kendince el atsın!

Devamını Oku

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.